LOFT CAZ: Korku Filmlerinin Cazcısı – Colin Stetson
- Loft Caz
- 23 saat önce
- 3 dakikada okunur
Yazar: Yasemin Akman
KORKU FİLMLERİNİN CAZCISI – COLIN STETSON
Colin Stetson’ın müziği ile ilk tanıştığımda bir korku filmine ne kadar çok yakışır diye düşündüğümü hatırlıyorum. Neyse ki benim gibi düşünen bir yönetmen vardı. Ari Aster, Hereditary filminin senaryosunu yazarken, Stetson’ın solo albümlerini dinlediğini ve bu müziklerin, filminin ilham kaynağı olduğunu söylemişti. Hereditary ile Colin Stetson albümü New History Warfare Vol. 2: Judges arasındaki bağlantıyı görmemek neredeyse imkansız. Albüm, alto, tenor ve bas saksafonla yaratılabilecek en mükemmel kompozisyonları içeriyor, daha çok post-apokaliptik bir evrene yaraşır gibi görünse de aslında tam olarak da korku dolu modern zamanları, özelde de çivisi çıkmış insanlığı anlatıyordu. Hem de sözsüz, ama en derinden hissedebileceğiniz bir şekilde. Albümü dinlemek o kadar da kolay bir şey değildi. Çünkü çoğu insanın gürültü olarak niteleyebileceği bir formdaydı. İçine girebilmek belli bir zamanı ayırmanızı gerektiriyordu, her iyi müzikte olduğu gibi.

Bu “gürültü”, Colin Stetson’ın müziğini korku filmlerine bağlayan bir anahtar olabilir mi?
Orta Çağ’da sıklıkla anlatılan bir öykü vardır. İmparator Theodosius ava çıkar, bir arp sesi duyar ve bu güzel müziğin nehrin kenarından geldiğini görür. Orada elinde arp olan yoksul bir adam vardır. Arpı sıkıntıyla çalmaktadır. Arpın sesiyle büyülenen balıkları yıllardır kendisine çekmiş ve ailesini bu yolla geçindirmiştir. Ama birkaç gün önce, ıslık çalarak aynı etkiyi yaratabilen bir yabancı adam gelmiş ve balıklar arpçıyı terk etmiştir. İmparator balıkçıya altın bir olta verir ve arp ile birlikte tekrar büyülenen balıklar bu kez ıslıkçıyı terk ederler. Öyküde balıkların günahkar insanlar, arpın Tanrının sözleri, ıslık çalanın da Şeytan’ın alegorisi olduğu açıktır. Bu bir ahlak (ya da inanç diyelim) dersidir ve mealinden çıkarılabilecek şöyle bir sonuç vardır, insanı hem ayartan hem de kurtuluşunu sağlayan şey sestir. O dönemdeki ruhban sınıfının düşüncesi şuydu. “Duyu yoluyla gelen zevk az sıklıkla iyi, çoğunlukla kötüdür.” Dolayısıyla ses/gürültü, insanları tahakküm altına almaya çalışanların kontrol altında tutmaları gerekendir. Gürültü kelimesinin kökenleri hakkında türlü açıklamalar var, birisi diyor ki, noise yani gürültü, “noxia” yani zararlı şeyler anlamına gelen Latince bir kelimeden türemiş olabilir. Bağırma, ıslık çalma, kahkaha atma gibi sesler şeytanla iş birliği yapmak demekti. Şeytan tabiidir ki korku filmlerinin alanına giren konulardan biri aynı zamanda. Buraya bir işaret koyalım.
Colin Stetson’ın müziği, Ari Aster filmi Hereditary ile şeytanı bağlayan öğelerden biridir.Filmin ilham kaynağı Colin’in solo albümleri olduğu için, müziklerinin tüm Colin Stetsonkülliyatında çok önemli bir yeri var. Film, derinlikli olmayan en dış katmanında, Paemondenilen bir şeytan ve onun müridlerinin bir aileyi ele geçirmesini anlatır. Ama aslında kabuğunu soydukça anlarsınız ki bundan bambaşka şeyleri de anlatır. Asıl meselesi aile içindeki iletişimsizlik, ilgisizlik ve kopukluktur. Hereditary, bir ailede olması gereken ama olmayan ne varsa onun şeytanı beslediği üzerinedir. Aslında şeytan, iflas etmiş ailedir, ikinci şeytan ise onun boşluğunu dolduran spiritüelizmdir. Buradaki müzik, filmdeki karakterlerin yanında yürüyen, onları ve içinde bulundukları durumu anlamamıza yarayan bir şey değildir, ayrı bir karakterdir. Müziğin kendisinin bir karakter olarak, her bir diğer karakterle ilişkisi vardır. Bu ilişki bazen çok sert, bazen daha yumuşaktır, bu da niyetle ilgilidir. Ari Aster, film müzikleri için Colin Stetson’dan tek bir şey istemiştir. Müziğin, şeytanı hissettirmesi. Koyduğumuz işaret o anlamda önemli, o işaret nedeniyledir ki bunu isteyebileceği en doğru insanlardan biridir Colin Stetson.
Modern çağlarda gürültü, artık başka bir anlam ifade eder. Yoksulların sayıları artmıştır. Onların şehirlerde çıkardıkları gürültü, üst sınıfların dertlerinden biridir. Artık iki sınıfın aynı yerde yaşamaları ihtimali kalmamıştır. Eski şehirlerin dışında yeni mahalleler kurulur. Üst sınıflar alışveriş, iş, eğlence gibi bazı nedenlerle yine eski şehre gelip giderler ama artık bu ses evreninin bir parçası değildirler. Oturdukları yeni mahallelerde sessizlik hakimdir ve artık yoksulların gürültüsünden nefret eder durumdadırlar. Gürültü ise yoksulluğun simgesidir,isyanıdır, burjuva eleştirisidir.

Müziklerini Colin Stetson’ın yaptığı Mark Mylod filmi The Menu, 2022’de burjuva/elitizmeleştirisi ile gündeme gelmişti. Filmin yapım sürecine en başından dahil olmayan Stetson, elinde senaryo ile bir müddet çalışmış, director’s cut öncesi asıl kompozisyonu çıkarmıştır. Film eleştirisini, kişi başına 2500 dolar ödenerek satın alınabilen bir kuliner deneyim üzerinden yapar. Bu mutfak deneyimi, o kadar saçma bir hal almıştır ki yaratılan ürüne sanat, yaşatılan deneyime de bir performans sanatı gözüyle bakılmaktadır. Bu sözde sanatın yaratıcılarının, bu parayı verebilen her kim var ise öldürmesi, o elit müşterilerden olmayan,Margot adlı tek bir final kızının ayakta kalması ile biter film. Filmin, dijital ortamlardagösterilmeye başlaması ile aynı günlerde, ünlü Danimarka restoranı Noma’nın kapatılacağının açıklanması bir tesadüf müydü? Hayat, sinemadan büyüktür ama bazen filmleri izlediği de olur. The Menu’nün müzikleri ise Hereditary’den farklı bir noktadadır. Çünkü Hereditary’defilmin başından itibaren tekinsiz bir yerde olduğunuzu bilirsiniz, müzik de size bunu söyler. Ama The Menu’de durum öyle değildir, bir kısım elit ve zengin insan bir bota biner ve bir adada konuşlanmış muhteşem bir restoranda yemek yemeğe gider. Aslında bir kişi hariç hepsinin öleceği başından bellidir ama biz bilmeyiz, ölecek olanlar da (biri hariç) bunu bilmez. Dolayısı ile müzik de kendisini hemen açık etmez. Korku yavaş yavaş kendisini gösterir, müzik de öyle. Menüye küçük insan hakları ihlalleri ile başlanır, hayatınızı kaybedeceğiniz noktaya öyle hemen gelmezsiniz. Korkunun evrimine paralel, müziğin dekendini saklamasının mükemmel örneklerinden birini burada görebilirsiniz.
Gürültünün evriminde, yolumuz mutlaka ABD’deki kölelik zamanına çıkar. Siyahların seslerini çıkarmaları var olduklarının işaretidir. Beyazlar için ise bu sesler her ne olursa olsun, bastırılması gereken bir şeydir. Birçok ünlü isyanda siyahların davullarla isyan başlattığını, danslar şarkılar eşliğinde ilerleyip çok sayıda köleyi yanlarına çektiklerini ve olayların köle kıyımıyla bitirildiğini görüyoruz. Bunlar, gürültü ile başlatılan, ses ve gürültü ile yayılan isyanlardır. Köleler gündelik yaşamda da müzikle iç içedir. Tarlalarda çalışırken sessiz olmamaları beklenir. Verimlilik artışına neden olacağı düşünüldüğünden, zorunlu olarak beyaz kahyaların belirlediği ritmik şarkılar söylemek zorundadırlar. İzingünlerinde/gecelerinde, tahakküm edenin belirlediği müzik yerine kendi müziklerini çaldıkları, dans ettikleri şenlikleri olur. Tek sahip oldukları özgürlük de budur.
Steve McQueen filmi 12 Years A Slave’de, Colin Stetson’ın müziği kullanılmıştır, burada sadece tek bir parça ile yer alır. Çalındığı yer çok manalıdır, parçanın ismi “Awake on Foreign Shores”dur. Film kölelik ile ilgilidir ve bir korku filmi değildir. Zaten gerçek yaşam da çoğunlukla korku filmlerinde seyrettiklerimizden daha korkunçtur.
Blue Caprice (2013)’de bir silahlı okul saldırısı, La Peur (2015)’da bir savaş, H.P.Lovecraft’ınbir kısa öyküsünden uyarlanmış Color Out Of Space (2019)’de bir meteor eşliğinde dünyaya gelen uzaylıların saldırısı, Texas Chainsaw Massacre (2022)’de o bildiğimiz meşhur testere hikayesini anlatmak için Colin Stetson’ın müzikleri kullanılmıştır. Bu filmlerde korku unsuru bazen tüm bir filmi kaplar, bazen filmin bir yerinde karşımıza çıkar. Onun müzikleri, içinde korku olan bu filmlere de çok yakışır. Çünkü tarihte gürültüyü takip edersek, insanlık tarihinin tüm korkuları ile kol kola ilerlediğini görürüz.
Colin Stetson bir söyleşide şöyle der: “Nefes her şeydir.” Doğrudur. Nefes almadan var olamayız ve nefes olmadan o bas saksafon mümkün değil çalınamaz. Stetson saksafonuna verdiği o nefesle, nefesimizi kesen korkularımıza tercümandır. Ondan duyduğumuz aslında bizim çığlığımızdır.